Takvimler nisanı gösteriyordu buna rağmen havaya Ankara’nın alışmış olduğu gri hakimdi. Güneş bulutların arasından kurtulmak istercesine günü aydınlatmaya çalışıyordu. Kendimi evin sessizliği içerisinde her zamanki saatte uyanmış buldum. Uyanıktım, kalkmam gerektiğimin farkındaydım ama kalkamıyordum. Aklım “Haydi kalk!” derken bedenim “Boşver biraz daha yat!” diye dayatıyordu.
İki ses arasında yaşanan kısa bir çatışmadan sonra yataktan fırladım. Saate baktım, geç kalıyordum. Aceleyle hazırlanmaya başladım. Dolabın karışıklığı içinde kaybolmamaya özen göstererek bir iki parça üst baş seçtim ve giyindim. Yine her gün olduğu gibi “Şu odayı bir toplasam, şu dolabı bir düzene soksam…” diye düşünürken kitaplığın başında buldum kendimi. Ben kitaplara, kitaplar bana bakarken hocanın dün verdiği ödevler aklıma geldi. Oflamalar puflamalar içinde kitapları aldım ve “Artık çalışmaya başlamam lazım kaç zamandır çalışmıyorum bu gidişatın sonu kötü.” diye düşünmeye başladım. Saatin bitmez tükenmez tik takları bu düşüncelerden sıyrılmamı sağladı. Geç kalıyordum, montumu kaptığım gibi kapıdan fırladım. Merdivenleri hızla indim. Apartmanın çıkışına geldiğimde günlük gazetelerin kapıya bırakılmış olduğunu fark ettim. Gazete bırakıldığına göre saat epey geç olmuştu. Daha erken kalkmam gerekliliği kendini her yerde belli ediyordu. Bir koşuda gazeteleri eve bıraktım ve tekrar yola koyuldum.
Saat, o şom tik takları ile durmadan geç kaldığımı söyleyip duruyordu. Her sıkıştığımda yaptığım gibi içimdeki sesi dinlemeye koyuldum. İçimdeki ses okula yetişebilmem için otostop çekmemin bir zorunluluk olduğuna işaret ediyordu. Yine her zamanki gibi ona hak vermiştim. Baş parmağımı kaldırıp öylece beklemeye başladım. Arabalar önümden hızla geçiyordu. Kimi çocuklarını okula yetiştirmenin telaşı içindeydi, kimi de işine yetişmek için gaza basıyordu. Nihayet sabah mahmurluğunu üzerlerinden atmaya çalışan bir çift, -yağan yağmurdan olsa gerek- halime acıyarak önümde duruverdi. Araba okula doğru yol alırken ben de yağmur damlalarıyla ıslanmış camdan dışarıyı izliyordum. Bir anda kendisini ziyaret etmemi bekleyen fizik bölümündeki profesörü anımsadım. Adam kaç zamandır beni bekliyor diye düşünürken yolun sonuna da gelmiştim. Arabadan inerken beni arabasına alan çifte teşekkür edip iyi günler diledim ve sınıfıma doğru yollandım.
Hocanın ödevle ilgili nasihatlerini dinlerken yine kendi kendime çalışacağıma dair sözler verdim. O günkü dersler de karşıdaki inşaatten gelen çekiç sesleri arasında akıp gitti. Dersler biter bitmez, zihnimdeki daha çok çalışmamın gerekliliğine dair düşünceler de buharlaşıp uçuverdi. Yine her zaman olduğu gibi arkadaş ortamının cazibesi beni kendine çekmişti. Arkadaşlarla birlikte olmanın verdiği o muhteşem haz, akşamın her zamanki vaktinde bastırmasını engelleyememişti. Eve döndüğümde günün yapılması gereken rutin işleri beni bekliyordu. İşleri bitirdiğimde ise uykunun sıcacık nefesi yüzümü okşamaya başlamıştı. Uyumak ile ödevleri yapmak arasında bir süre gidip geldim. Kısa sürede uykunun galip geleceğini anlayınca ödevleri her zamanki gibi boşverip kendimi, benden önce kimbilir kaç kişinin aynı duyguyla kendini attığı çekyata attım.
Ertesi sabah ödevleri yapmamanın pişmanlığı vicdanımı dürtmeye başlayınca uyanmak zorunda kaldım. Sonrasını mı soruyorsunuz? Sonrası bir öğrenci rutinliğinden farksızdı…
1 yorum:
Çevre seni rutin olmaya iten ama senin her zaman ona muhtaç olduğun bir güçtür. Seni hergün aynı eylemleri gerçekleştirmeye zorlar. Sen ona (zihinsel de olsa) direnmeye çalıştıkça bedenin sana "bari bugün de böyle olsun yarın söz yapağım" dedirtmeye çalışır. Ne zordur ona karşı koymak, bir kere dahi olsa ona kanmayıp dediğinin aksini yapmak. Her gün bir sonraki güne ertelersin ta ki ömrünün büyük bir kısmını geçirmiş fakat önemli ama sonraya ertediğin işleri hala yapmamış olduğunun farkına varıncaya kadar. Her zaman ikinci plana atmışsındır sanki ömrünün sınırı sonsuza gidermiş gibi. Halbuki bir gün değişebilsen, iki günün birbirine eşit olmasa, işte o zaman gerçekten farklılığın sana güç verdiğini senin düşünce sınırlarının artırdığını anlarsın. Bir kereden bir şey olmaz derler ama olur, birden bin olur, milyon olur. Eğer senin birin iyi ise seni bekleyen iyilerin çokluğuna hazır ol...
Yorum Gönder