4 Nisan 2008 Cuma


Üç Vakte Kadar Üç Yol

Deha ve delilik arasında bir ince çizgi vardır derler. Dahilik mi deliliğin bir sonraki aşaması yoksa delilik mi dahiliğin tartışmaya açıktır. Ancak tartışmasız bir nokta vardır ki “madde”nin her türlü çekiciliğinin sona erdiği, yaşamanın anlamı olmadığını düşündürten erken dervişlik zamanları; maddeyi maneviyat için sevebilme, hayatta olduğun an kadar ölmüşçesine sonsuz olabilme, fenafillaha ermekle tamamlanan olgun dervişlik aşamasının bir önceki adımıdır.
Bu en acılı, en acıyı seven, en tehlikeli, en sadist erken dervişlik adımına gelenlerin üç yolu vardır önlerinde: İlki ve en kolayı, canın infazıdır. İkincisi sabredip,can infazının katliam olduğunun bilincinde olup O’nunla, hayattayken buluşma sevdasından doğan bir adım daha atma, olgunluk safhasına ermektir. Üçüncüsü de tüm bu olasılıkların bilincinde, binaenaleyh tehlikenin farkında olup bir geri adım atmaktır.

Haydi bu anı donduralım, iki yıl öncesine gidelim; bir şartla, döndüğümüzde hiçbir şey duymamış, görmemiş ve hiçbir şey olmamışçasına kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Boynumdan inciler, ayaklarımdan topuklu ayakkabılar çıkarken yerlerini beyaz bir gömlek, severek, bir o kadar da gevşekçe bağlanmış bir kravat alıyor. Sonra saçlarım uzayıp kızıllaşıyor. Halka halka nargile dumanlarının bugün verdiği bıkkınlık yok olup, her güzel şeyi yerli yerinde tüketmenin keyfi alıyor. Sadistik bir keyif, hayatta olmak kadar sadistçe. Çok önceleri içimde var olan ancak bir disiplin halinde yeni tanıştığım tasavvuftan başkası yok gibi gözlerimde. Madden ulaşmak isteyip ulaşamadığım, platonik olan her şey ruha dönüşüyor, zincirlerle kilitli sandıklar boyutunda ağırlıklar yapıyor içimde. Saatler süren, O’na tapmanın ama O’nunla bütünleşememenin verdiği sessiz üzüntüler… İlerde bir ihtimal ergenlik tripleri diye nitelendireceğimi zannettiğim, ancak bugün baktığımda beni yanında küçük ve daha aklı ermeyen bir çocuk yapan bir insanlık haliydi iki yıl öncesi. O en sadist devreydi, o en tehlikeli adımdı derken; sabredip, varacağı yere ulaşması belki bir ömür alacak o adımı da atıp O’nunla buluşmaya korkuyorum. Üçüncü yola girip, geri adım atıyorum..

Önce bir adım geri derken, şimdi kaç adım gerideyim bilmiyorum. Analitik düzlemde “y ekseni” nin sol tarafına kadar geçmiş, o kadar gerilemiş olabilirim. Şimdi sizin “modern hayat” dediğiniz, benimse sindire sindire yaşamak, kadın ya da erkek olmadan önce insan olmak, nefes almak anlamlarını yüklediğim kelime olan “hayat” bile diyemediğim ve demeyeceğim düzlemlerde yaşıyorum. Maddeye dair edinebileceğim her şeyi edindikçe bir değer daha sola kaydığımı hissediyorum. Ve şimdi sıfır noktasına ilerlemenin sonrasında o ince, sonunda “sonsuz oku” olan doğru üzerinde yürümek istiyorum tekrar. İki yıl önceki tehlikeyi yaşamak özlemindeyim.

“ Ya Rab, bela-yı aşk ile kıl aşina beni,
Bir dem bela-yı aşk’tan kılma cüda beni..”
diyebilecek sadistliğe, haykırabilecek cesarete erme sevdası içerisindeyim.

2 yorum:

Hüseyin dedi ki...

Neden şöyle bakmıyoruz ki?
Biz ne kadar "y ekseni"nden negatif yönde uzaklaşırsak uzaklaşalım, o kadar da "y ekseni"nin büyüklüğünü farkederiz. Gücünün nerelere ulaştığını daha rahat görürüz her adımımızda. Yürüdüğümüz eksen ince olsa da "y ekseni"nin gölgesiyle biraz daha kolaylaşır ayakta durmamız. Artık bir noktadan sonra dengemizi de toparlar, yürümeye başlayabiliriz pozitife doğru.
"sıfır" noktasını geçtikten sonra, görünmez oluruz tekrardan "y ekseni", hızımız azalır, yolumuz incelir. Adımlar yeniden geriye doğru yönelir ve aynı ezgi tekerrür edip durur. Ama tüm bunlar, yüzümüz pozitif yöne bakarsa olur.Yoksa;
İşte esas o zaman üç nokta...

Ruhum etmedi beş para, gururum ayaklar altında.
Var azapla dolu sinemde açılmış bin bir yara.
Ve geldim yine kapına en son yana yakıla;
Başka yerim yok ki, sığındım sana.

Bu gerçeği unutmadıktan sonra, yeis ile kavrulmadıktan sonra, temennimiz şudur ki; o bir parçacık aşk belasındaki Maşuk'a erebilelim.

Tahta dedi ki...

Rahat bir kalem. Yazmaya devam.
Kerime Aslı